Cihan Pâdişahlarına Yön Veren Eşsiz Bir Mâneviyat Sultânı
AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ (1541-1628)

Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir.

Asıl adı Mahmûd’dur. “Hüdâyî” ismi ve “Azîz” sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin neslinden olup, “seyyid”dir. Bunu ilâhîlerinin birinde:

Ceddim ü pîrim sultan
Sen’sin yâ Rasûlâllâh
diyerek kendisi de ifâde eder.

Koçhisar’da doğmuş, çocukluğu Sivrihisar’da geçmiştir.

Koçhisar’da dünyaya gelen Aziz Mahmud Hüdayi’nin çocukluğu Sivrihisar’da geçmiştir.

O, bir asra yakın ömür sürmüş ve sekiz pâdişah devrini idrâk etmiş bir isimdir. Gerek eserleri, gerekse sohbet, irşad, vaaz ve nasihatleriyile ümmet için bir rehber olmuştur.

Hüdayi Hazretleri’nin sevenlerine duası:

“Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir… Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..”

Yeni Valide Camii, diğer bilinen adıyla Valide-i Cedid Camii, İstanbul’un Üsküdar ilçesinde Uncular Caddesi ve Hâkimiyet-i Milliye Caddesi üzerinde II. Mustafa ve III. Ahmed’in annesi Emetullah Râbia Gülnûş Sultan tarafından yaptırılmış olan camiidir. Diğer vâlide sultan külliyelerinden ayırt edilebilmesi için bu isimle anılmıştır.

1708-1711 yılları arasında Kayserili Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır.

Caminin mimari özelliği kare planlıdır. Basık şekilli kubbesi dört kemerle dört yarım kubbenin meydana getirdiği sekiz köşe üzerine oturur. İkişer şerefeli iki minaresi vardır.

Cami, sıbyan mektebi, imaret, türbe, hazîre, sebil, çeşmeler, abdest muslukları, helâlar, su haznesi, gusülhane, meşruta, dükkânlar ve hünkâr kasrından meydana gelen külliyenin inşasına 23 Şâban 1120 (7 Kasım 1708) tarihinde başlanmış, 15 Muharrem 1123’te (5 Mart 1711) ibadete açılan camiden sonra (Silâhdar, II/2, s. 246, 269; Râşid, III, 252, 347) diğer yapıların inşasına devam edilmiştir.




Google Harita

Müze binası I. Ulusal Mimarlık Dönemi (1908-1930) olarak adlandırılan ve Cumhuriyetin ilk yıllarını kapsayan dönem içinde, 1927 yılında inşa edilmiştir. 1928-1941 yılları arasında Hukuk Mektebi olarak kullanılmış ve 7 Mayıs 2007 tarihinde Ankara Vakıf Eserleri Müzesi olarak açılmıştır. Bina geleneksel süsleme ve mimari elemanların kullanılmadığı oldukça sade cephelere sahip olan erken örneklerden bir tanesidir.

Halı, kilim, ahşap, maden, çini, deri ve el yazması eserlerin sergilendiği müzede, 13’üncü ve 14’üncü yüzyıldan kalma ahşap, 16’ncı yüzyıldan kalma el yazmaları, çini ve halılar olmak üzere nadide eserler yer almaktadır. Ayrıca, kültürel faaliyetlerde kullanılmak üzere hem geleneksel hem de modern süreli sergilerin düzenlendiği Çok Amaçlı Sergi Salonu da müze bünyesinde yer almaktadır.

Ankara Vakıf Eserleri Müzesi Tatil Günleri: Pazartesi

Ankara Vakıf Eserleri Müzesi Giriş Ücreti: Ücretsiz

Mısır Çarşısı İstanbulun en köklü çarşılarından biridir. 1660 yılında Turhan Sultan tarafından Hassa baş mimarı Kâzım Ağa’ya yaptırılan Mısır Çarşısı,  mimari yapısı ve konumu nedeniyle tarihi ve turistik değer taşımaktadır.  İstanbul Fatih ilçesi, Yeni Camii ve Çiçek Pazarı’nın yanındaki bu çarşı her yıl yüzbinlerce turisti ilk tüm ihtişamıyla ağırlamaktadır.

Bizans dönemindeki bu çarşı benzer bir biçimde kentin ticari hayatının merkezleri arasında sayılmaktaydı. Günümüze ulaşan çarşı tarihi 17. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar uzanmaktadır. Mimar Kazım Ağa tarafından yapılan çarşının sahibi Turhan Sultan adındaki Osmanlı eşrafındandır. Çarşıya ek olarak sonradan yapılan Külliye de dönemin padişah mimarı Mustafa Ağa tarafından yapılmıştır.

Yeni Cami’nin yanında yer alan L şeklindeki yapının altı kapısı bulunmaktadır. Bunlardan biri Haseki Kapısı’dır. Bunun üstündeki kısım iki katlı olup üst katta zamanında mahkeme olup esnafın kendi arasında ve halkla sorunları çözülürmüş.

Osmanlı geleneklerinin yaşatıldığı nadir yerlerden biri olarak da bilinen Mısır  Çarşısı’na girdiğinizde mutlaka alışveriş yapar, size ikram edilen meşhur Türk lokumlarından yersiniz.  Mısır Çarşısı’nın en önemli özelliklerinden biri aktar ve baharatlarıyla biliniyor olmasıdır. Çarşı içinde nadir bulunan bitki kökleri, çiçek tohumları, baharatlar, kuruyemişler, tatlılar ve hediyelik eşya dükkânlarının yanı sıra kuyumcu dükkânlarına da rastlamak mümkün. Çarşıdan içeri girip ilerlediğinizde çeşit çeşit baharatların kokusu sizi o tarihi yapının içinde farklı bir dünyaya götürüyor ve büyülemeyi başarıyor.


Mimar Sinan, Mihrimah için, en uygun yerlere en uygun camiyi, padişahın izni ve emriyle, dünya üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir sihirli matematiksel hesapla yaptı.

MİHRİMAH SULTAN
               1522 yılında, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman ile eşi Hürrem Sultan’ın Mehmed’den sonraki ilk çocuğu olarak dünyaya gelen Mihrimah,  17 yaşına geldiğinde, Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirildi. Rivayete göre o tarihte 50 yaşında ve evli olan Mimar Sinan da Mihrimah Sultan’a karşı büyük bir aşk yaşıyordu.

Mihrimah’a, Farsça’da Güneş ile Ay anlamına gelen adını, babası Sultan Süleyman koydu. Aşkına kavuşamayan Mimar Sinan, büyük aşkını olanca güzelliğiyle eserlerine yansıtıyordu.

Kimi sanat tarihçilerine göre, Mihrimah Sultan adına yapılan külliyelerin duru, gösterişsiz ve asil duruşuna rağmen içinin alabildiğine aydınlık olmasında da Mimar Sinan’ın duygularının izlerini taşıyor.

Yine iddialara göre Sinan’ın Mihrimah Sultan’ın eşi Rüstem Paşa için yaptığı caminin çinileri ve süslemelerinin tüm ihtişamına rağmen diğer bütün yapılarının aksine daha karanlık olmasının altında da bu aşkın izlerinden bahsetmek mümkün.

Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’ı bir gün huzuruna çağırarak İstanbul’da güzel bir yerde kendi adına bir külliye yapmasını ister. Mihrimah, Sinan’ın “Nereye yapılmasını arzu edersiniz” sorusuna “Yerini sen seç” diye cevap verir. Bunun üzerine Mimar Sinan, 1540 yılında Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi’nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlanır.

Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan’ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul’da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de tıpkı bir öncekinde olduğu gibi yine Mimar Sinan seçecektir. Sinan da ikinci külliye için İstanbul’un en yüksek tepesini seçer. Yeni külliye Edirnekapı surlarının dibine inşa edilecektir.

Mimar Sinan’ın camiyi gözden uzakta, ilgiyi çekmeyecek bir yerde inşa ettirmesi, Mihrimah Sultan’a duyduğu gizli aşkın bir ifadesi, bir yansıması olarak yorumlanmasına neden olmuştur.

CAMİLERİN BÜYÜK SIRRI

Yaptığı eserlerle tarih sayfalarında adından sıkça söz ettiren Mimar Sinan, Mihribah Sultan’a karşı yaşadığı aşkı mimari yeteneğiyle harmanlayarak Mihribah Sultan Cami’sini inşaa etti.

Bu camilerden biri, Üsküdar’daki, etek giymiş bir hanım görünümündeki Mihrimah Sultan Cami. Diğer camii ise, Mimar Sinan’ın, Mihrimah Sultan’a olan aşkını tasvir ettiği cami olarak rivayet edilen Edirnekapı Cami. Caminin kubbesi, dışarıdan bakıldığında, tüm ihtişamıyla tek başına yükselmektedir ve minaresi sadece bir tanedir. Minaresinin sadece bir tane olmasının nedeni ise şöyle bilinmektedir: Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami.

Mihrimah Sultan Cami’leri, inşaa edileceği yerler özenle seçilmiş ve güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir.

Yılın sadece bir günü; 21 Mart gece ile günün birbirine eşit olduğu günde eşsiz bir manzaraya şahit olabilirsiniz. İki camiyi de aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit ettiğinizde göreceğiniz manzara şudur: Edirnekapı Cami’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır. En etkileyici olan kısım ise; 21 Mart tarihi aynı zamanda Mihrimah Sultan’ın doğum günü olmasıdır.


Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı olarak da bilinir), İstanbul’un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi’nde bulunan ve bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinden önce Boğaz’ın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı’nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Mekanda uzun yıllar boyunca Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmiştir.

Sarıyer, İstanbul’da bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarı’nın karşısında İstanbul Boğazı’nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.

Rumeli Hisarı’nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir.

20.000’i Aşkın Çinisiyle Sultan Ahmet Camii Tüm İhtişamıyla Tarihi Yarımadada Varlığını Devam Ettiriyor.

Kubbeleri adeta bir tomurcuk bahçesi, kat kat ve her sabah açar; ezan sesi yükselir. Duvarları adeta bir kanat; her gece uçar. 17. yüzyılın önemli eserinden biri olan Sultanahmet Camii, Mimar Sinan’ın yapı anlayışı içinde 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı Sultan I. Ahmed tarafından Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya eski Bizans sarayının olduğu yere yaptırılmıştır. 6 minareli Sultan Ahmet Camii,  tarihi yarımadanın görkemli eserlerinden sadece biri. Camii, Osmanlı mimarlığının ilk ve tek 6 minareli yapısı olma özelliği taşımaktadır. 26 sütun üzerine oturtulmuş, 30 kubbeli şadırvan avlusu gelenleri kitabeli taç kapısıyla her gün aynı coşkuyla karşılıyor.

İstanbul siluetinin ayrılmaz bir parçası Ayasofya’nın komşusu olan camii, ağırlıklı olarak mavi İznik çinileriyle bezenmesinden ve kubbe içinin de mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslenmesinden dolayı Avrupalılar bu yapıya “Mavi Camii (BlueMosque)” demektedir.

Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük ve ihtişamlı yapılarından sadece biridir. Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20.000’i aşan şahane İznik çinileri ile süslüdür. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmıştır. Caminin kubbesi yaklaşık olarak 43 metre yüksekliğe sahiptir. Ayrıca 23,5 metre bir çapı vardır. Caminin gündüz aydınlatılması için 200’den fazla renkli camla donatılmıştır. Sultan Ahmet’in en önemli özelliklerinden biri, bol ışıklı ve çinilerinin eşsiz bir sanat eseri oluşudur. Caminin 260 adet penceresi bulunuyor. Işığın süzülmesini kolaylaştırmak için pencereler ve kemerler diğer camilerden değişik tarzda yapılmıştır.



ORTAKÖY CAMİ

Büyük Mecidiye Cami ya da halk arasında bilinen adı ile Ortaköy Cami, İstanbul Boğaziçi’nde Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahilde bulunan Neo Barok tarzında bir camiidir.

Cami, Sultan Abdülmecid tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Oldukça zarif bir yapı olan cami Barok üslubundadır. Boğaziçi’nde eşsiz bir konuma yerleştirilmiştir. Bütün selatin camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın değişken ışıklarını caminin içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.

Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi vardır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmıştır. Tek kubbenin duvarları pembe mozaiktendir. Mihrap mozaik ve mermerden, minber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçiliğin ürünüdür.

Statik açıdan oldukça narin olan yapı 1862’de ve 1866’da onarılmış, 1894 depreminde büyük zarar görünce 1909’da Evkaf Nezâreti’nce yeniden tamir edilmiştir. Bu tamirde yıkılan eski yivli minareler yivsiz olarak yapılmış, minarelerin petek ve külâh kısımlarıyla yapının çeşitli bölümleri yenilenmiştir. 1960’larda binada yeniden çatlamaların oluşması sebebiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başlattığı restorasyon çalışmalarında zemin takviye edilmiş, kubbe yenilenmiştir. Bu onarımda ibadete kapatılan cami 1969’da yeniden açılmıştır. 1984’te büyük bir yangın sonucu kısmen harap olan bina tekrar restore edilmiştir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2011 ile 2014 arasında yaklaşık üç yıl süren restorasyon çalışmaları 06 Haziran 2014 tarihinde tamamlanmış ve cami zamanın başbakanı şu anki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı tören ile yeniden ibadet ve ziyarete açılmıştır.


             Beyoğlu’nun alt tarafında yer alan Azapkapı, Tophane ve Galata Kulesi’nin arasında kalan bölge olarak tarif edilen Galata, dar sokakları, arnavut kaldırımları, sokaklarına süzülen deniz kokusu ve canlılığıyla İstanbul’un tarihi ve kültürel semtlerinden biridir.

            Galata denilince akla ilk gelen Galata Kulesi’dir. Galata Kulesi, İstanbul‘un Beyoğlu ilçesinde, Galata semtinde bulunan ve şehrin en gözde yapılarından biridir. 528 yılında Bizans İmparatoru Anastasius tarafından fener kulesi olarak inşa ettirilmiştir. İstanbul’un en önemli sembollerinden olan kule, her gün yüzlerce misafirini ağırlıyor. İstanbul’un tarihi ve kültürel güzellikleriyle dolu yarım adasında yıllara kafa tutan yapılardan biri olan Galata Kulesi, tüm ihtişamıyla 528 yılından bu yana İstanbul’a kuş bakışı bakmaya devam ediyor. Türkiye’ye gelen turistlerin gözdesi olan Galata Kulesi, en tepesinden İstanbul’u seyredenlere doyumsuz anlar yaşatıyor. Galata Kulesi’ne çıkan yerli ve yabancı turistler çıkarak özgürlüğün tadını burada fotoğraf çekerek çıkarıyorlar. 

             Dünyanın en eski kulelerinden biri olma özelliğiyle öne çıkan Galata Kulesi,  IV. Haçlı Seferi‘nde (1204) büyük ölçüde tahrip edildi.  Yığma taşlar kullanılarak 1348 yılında “İsa Kulesi” ismiyle Cenevizliler tarafından tekrar yapılarak, şehrin en gözde yapılarından biri olmuştur.

             Geçmişten günümüze kadar birçok badireler atlatan kule, tarihsel dokusunu muhafaza edilebilmiştir.  İstanbul’un gözde simgelerinden biri haline gelen Galata Kulesi, kamando merdivenleri, tarihi camileri, sinegogları, kiliseleri, hanları, hamamlarıyla İstanbul’un ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin adeta yaşayan belgeseli gibidir. Bugün hala İstanbul’un en çok ziyaret edilen mekanlarından biri olan Galata, insanların vazgeçilmez semtlerinden biridir.

 

 


AYASOFYA CAMİ

Ayasofya Tarihi

Ayasofya aynı yere üç kez inşa edilmiş bir eserdir. Günümüzdeki Ayasofya “Üçüncü Ayasofya” olarak bilinmektedir. Ayasofya’nın ilk inşaatı Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul eden I. Konstantin döneminde başlatılmıştır. İstanbul’un yedi tepesinden birincisi üzerinde ahşap çatılı bir bazilika olarak inşa edilen ve o dönemde ‘Büyük Kilise’ ismiyle anılan bu yapının açılışı, 360 yılında II. Konstantin döneminde gerçekleşmiştir. 404 yılında başlayan isyanda çıkan bir yangın neticesinde büyük ölçüde harap olan bu yapıdan günümüze ulaşan bir kalıntı bulunmamaktadır.

İkinci Ayasofya, İmparator II. Theodosius tarafından birincisinin üzerine inşa ettirilmiş ve 415 yılında ibadete açılmıştır. Yine bazilika şeklinde ve ahşap çatılı olarak inşa edilen bu yapı ise, 532 yılında İmparator Jüstinyen aleyhinde çıkan Nika Ayaklanması’nda isyancılar tarafından yakılıp yıkılmıştır.

İmparator Jüstinyen isyanın hemen ardından ilk ikisinden çok daha büyük ve görkemli bir Ayasofya yaptırmaya karar vermiştir. Üçüncü Ayasofya Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından 532-537 yıllarında inşa ettirilmiştir.

Doğu Roma’nın İmparatorluk Kilisesi olarak kullanılan Ayasofya, tarih boyunca isyanlar, savaşlar ve doğal afetler yüzünden sık sık tahrip olmuştur. Ayasofya en büyük yıkımlardan birini 1204’te 4. Haçlı Seferi’nde şehrin istila edilmesiyle yaşamıştır. Haçlılar tüm şehirle birlikte Ayasofya’yı da yağmalamıştır. İstanbul’da 1204 yılından 1261 yılına kadar süren Latin işgali müddetince Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürülmüştür.

Ciddi hasarlar almış olan Ayasofya, İstanbul’da tekrar Doğu Roma idaresinin sağlanmasının ardından tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, yapılan tamiratlar yetersiz kalmış ve 1346 yılında Ayasofya’nın doğudaki başkemeri ve kubbenin bir kısmı çökmüştür.

Esasında, Latin istilasından İstanbul’un fethine kadar geçen dönemde Ayasofya en karanlık çağını yaşamıştır. İki defa yıkılıp üçüncü kez inşa edilen, yüzyıllar boyunca savaşlar ve isyanlar nedeniyle tahrip edilen, bakımsızlık ve mimari hatalar yüzünden belirli kısımları çöken Ayasofya, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethine kadar sürekli yıkılma tehlikesi altında varlığını sürdürmüştür. Ayrıca, Katolik-Ortodoks mezhep kavgası yüzünden mabedin sosyolojik ve sembolik anlamı da büyük zarar görmüştür.

Osmanlılar fethin nişanesi olarak kabul ettikleri ve kıymet verdikleri Ayasofya Camii’ne Fatih Sultan Mehmed Han’dan itibaren büyük özen göstermiş, bakım-onarım faaliyetlerini sürekli hale getirmiş ve camiyi eskisinden çok daha sağlam bir yapıya kavuşturmuştur. Bilhassa Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yaptığı eklemeler ve düzenlemeler, bu insanlık mirasının bugün hâlâ ayakta kalmasında çok büyük rol oynamıştır.

Ayasofya Camii’ni kendi hayratı olarak vakfeden ve çok sayıda akar bağlayarak bakım-onarım maliyetlerini garanti altına alan Fatih Sultan Mehmed Han, önce caminin yanına bir de medrese inşa ettirerek eğitim faaliyetlerini başlatmıştır. Ayasofya’nın ilk minaresi de Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ahşaptan inşa edilmiştir. Uzun yıllar varlığını sürdüren bu minare 1574 yılındaki büyük tamiratta kaldırılmıştır. Ayasofya Camii’nin ikinci minaresi ise, Sultan II. Bayezid Han döneminde tuğladan inşa edilmiştir.

Ayasofya’ya en fazla ilgi gösteren Osmanlı padişahlarından biri de Sultan II. Selim Han’dır. Binanın yorgunluk emareleri göstermesi üzerine II. Selim Han, Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı için vazifelendirmiştir. Doğu Roma döneminde defalarca kubbeleri ve duvarları çöken Ayasofya, Mimar Sinan’ın düzenlemelerinden sonra, İstanbul’da yaşanan nice büyük depreme rağmen bir daha hiç çökmemiştir. Ayasofya etrafında padişah türbelerinin yapımına da Sultan II. Selim Han için Ayasofya Külliyesi’nin haziresine Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk türbe ile başlanmıştır.

Fatih Sultan Mehmet Han’dan itibaren her padişah, Ayasofya’yı daha da güzelleştirme gayreti içinde olmuş ve zaman içinde yapılan mihrab, minber, kürsü, minareler, hünkâr mahfili, şadırvan, medrese, kütüphane ve aşhane gibi yapılar ile Ayasofya tam tekmil bir külliyeye dönüştürülmüştür. Ayrıca, Osmanlı döneminde Ayasofya Camii’nin iç süslemelerine de büyük önem verilmiştir. Ayasofya hüsn-i hatt ve çinicilik gibi Türk sanatlarının en zarif örnekleriyle süslenmiş ve mabede yeni estetik değerler kazandırılmıştır. Böylece, Ayasofya sadece camiye dönüştürülmemiş, aynı zamanda insanlığın bu ortak mirası muhafaza ve ihya edilmiştir.

Fetihle birlikte camiye dönüştürülen ve 481 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1930’lu yıllarda restorasyon çalışmalarının başlamasıyla halka kapatılmıştır. Ardından, 24 Kasım 1934 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülmüştür. Danıştay, 10 Temmuz 2020 tarihinde söz konusu Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiştir. Hemen ardından Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan imzası ile yayımlanan 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ayasofya yeniden ibadete açılmıştır.

Karar Sayısı: 2729

CUMHURBAŞKANI KARARI

İstanbul İli, Fatih İlçesinde bulunan Ayasofya Camiinin müzeye çevrilmesi hakkındaki 24/11/1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 2/7/2020 tarihli ve E:2016/16015, K:2020/2595 sayılı Kararı ile iptal edildiğinden, Ayasofya Camiinin yönetiminin 22/6/1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 35 inci maddesi gereğince Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verilmiştir.

Recep Tayyip ERDOĞAN | CUMHURBAŞKAN

Ayasofya Cami kararnameb